Cumartesi gününe çok erken başladım. Canım fena
halde çay istemişti. Saat altıda kalkınca insanın yapacak bir şey
bulması pek de kolay olmuyor. Ben de fotograf çektim.
Bu
resimde dağdaki yazı seçilmiyor. Bu dağ Eğirdir Dağ Komandonun eğitim
alanı. Soldaki tepenin ardındaki görünmeyen kısımda "KOMANDOYUZ", sağda
da "GÜÇLÜYÜZ CESURUZ HAZIRIZ" yazıyor.
Çadırı
kurarken ağaç gölgesine gelecek şekilde kurmalı. Fotoğraftaki gölge
güneş biraz yükseldikten sonra çadırların tam üstüne denk gelmişti.
Tabii
ağacın gölgesinin değil kendinin altında iseniz dallara konan kuşlar
çadırınıza münasebetsiz izler bırakabiliyor. Harun'un çadırı üstündeki
tek bir kuru dal kuşlara yeterli olmuştu.
Yine toparlandık
ve Kütahya'ya doğru olan yolumuza başladık.
Tabii öncelikle Isparta'yı gezecektik. Gül festivali vardı ve birşeyler
görürüz diye umuyorduk.
Yolda
festival hakkında soru sorduğumuz ahaliden festivalin konserden ibaret
olduğu gibi bir bilgi aldık. Biz de festival göremeyeceğimize kanaat
getirip gözümüze ne iliştiyse onu çekmeye devam ettik. Yani aslında
Harun çekti.
Şehirde haliyle çok yerde gül var.
Şehrin
yakınlarında "Gölcük" adında bir göl varmış. Atladık gittik tabii. Göl,
milli park alan olarak korunan bir krater gölü. Az önce rapor için
google'da arama yaparken gölcük yanardağının önceden sanılandan daha
aktif olduğunu söyleyen bir hede hödö'ye denk geldim. Burdur ve Dinar
depremlerinin de bununla ilgisi varmış galiba.
Park alanı içinde, göl etrafından dönen bir yol var. Biz de yolla
beraber döndük.
Kendim
çektim diye söylemiyorum ama bunu iyi çekmişim. Ha, kendim çektim diye
söyleyeyim: Üstteki gelincik fotoğrafını da ben çektim. Gül de Harun'un.
Hoş görünsün diye bu görüntüyü elde edeyim dedim. Gölcük Volkanı'nın
Isparta'ya bu kadar yakın olduğunu görünce ürperdim.
Gölcük'ten
dönerken durduk. Harun biraz geride güllerin fotoğrafını çekiyordu. Ben
ise "Oraya mı çekeyim, buraya mı çekeyim?" derken motoru devirdim.
Yumuşak yan çanta üzerine yatan motor bir de koruma demirinin de
sayesinde bu badireyi çok ucuz atlatmış oldu.
Kütahya'ya doğru yola çıktık. Acıkmıştık. Hatta ben gayet açtım. Yolda
tandır yemek için durduk.
Yola
yeniden çıktık. Yemeğimizi yemiştik ve hava sıcaktı. Yol da sıkıcı
olduğundan dayanmak güçleşmişti. Yemekten bir kadar sonra mecburen
yakıt almak için durduğumuz istasyonda uzun süre oyalandık.
Kıssadan hisse: Yolda ağır yemek yememeli, özellikle sıcak havalarda.
Yolun
Kütahya'ya kadar olan kısmı da yine sıkıcıydı. Harun Kütahya'ya bir
noktada Aizanoi şehrinin tabelasını görüp saptı. Ben gitmeyelim diye
homurdanacaktım ama vakit bulamadım. Yolun karşısına geçmek için
beklerken yanımdan geçerken merhaba demek için duran scooter sürücüsüne
şehirin ne kadar uzakta olduğunu sordum. Elli kilometre dedim. Ara
bayağı açılmıştı ama Harun'u elli kilometre içinde elbette ki
yakalardım. Arkasından gazladım, iyi de gazlamışım ki 1,5 kilometre'de
yetiştim. O da zaten o anda mesafenin ne olduğunu hatırlayıp durdu
bereket. Aslında keyifli de oldu çünkü çok tatlı bir
virajdı.
Kütahya'ya
girdik. Öğretmenevinde yer olmadığı söylenince en yakındaki bir otele
yerleştik. Motorları da otelin önüne çekince artık şehri gezebilirdik.
"Macar Evi" tabelasını görünce merak edip yürüdük.