[Önceki] | [Sonraki]

5. gün - Cuma

Bu gün Beyşehir'de başladı. Amacımız kısmetse akşama Eğirdir'de olmaktı.

Sabah da amma da erken uyanmışız hani. Çadırlar çiğden dolayı ıslaktı. En iyisi hemen toplamamak....

Çadırları ve diğer eşyaları bırakıp motorlara atladık. İstikamet Beyşehir.



Beyşehir'i yavaş yavaş hatırlamaya başlıyordum.

Beyşehir, aynı addaki gölün kıyısında, güney doğu ucundaki bir şehir. Bulunduğu çevre Selçuklular zamanında ve sonrasında Beyşehir'in Eşrefoğullarına başkent olduğu sırada önemli bir merkez imiş. Eski çağlardan kalan çeşitli kalıntılar, Selçuklu ve Eşrefoğlu eserleri, Osmanlı'dan kalan regülatörü görülmesi gereken tarihi değerlerden.

Göldeki adalar hakkında bir alıntı:
ADALAR
Beyşehir Gölü üzerinde ortalama olarak 33 tane irili ufaklı ada vardır.Gölde su seviyesine göre ada sayısıda seğişmektedir.Ancak bu değişim pek önemli değildir.Başlıca adalar şunlardır.

MANA ADASI(KAZAK):Mada kelimesi Farsça'da dişi hayvan manasında kullanılır.Beyşehir gölü'nün en büyük adası olup, 8220 hektar alana sahiptir.Üzerindeki Mada Köyü'nde Yörükler yaşar. Adaya 1865'te 30-40 hane kadar Kazak yerleşmiş ama daha sonra göç etmişlerdir.Bundan dolayı adaya Kazak adası da denir.

HACI AKİF ADASI:Adını, aslen Hoyranlı olan ve Beyşehir'deki ünlü tarihi evin sahibi olarak bilinen Hacı Arif Efendi'den almıştır. Adalar kümesinin güneyindedir. Beyşehir'e uzaklığı 25 km kadardır.Sarkıt ve dikitleriyle ünlü 100 m uzunluğunda bir mağarası vardır.Roma dönemine ait tapınak kalıntıları , görülmeye değer güzelliktedir.Böcek türleri yönünden zengin olan adada, bazı hayvan türlerinin üretimide yapılmaktadır.Milli park alanı olarak koruma altına alınmıştır.

İĞDELİ ADA:En yüksek noktası 1282 metre olan ada turistik açıdan ilgiye değer güzelliktedir. Kıyıları dik ve derin olup ,geniş kumsalları vardır.

ORTA ADA:İğdeli ve Aygır Adaları'nın 200 metre açığında yer alan bu ada 2500 dekarlık alana sahiptir. Diğer iki adaile oluşturduğu boğaz çok güzeldir. Tepe noktası 1146 metredir. Çoğunlukla ardıç ağaçlarının oluşturduğu geniş bir bitki örtüsü vardır.Ada üzerindeki eski yapı kalıntıları da vardır.

KES ADALARI: İçeri ve dışarı adalar olarak da bilinir. En yüksek noktası 1134 metredir. Otlak durumunda olup10 kadar küçük adadan oluşur.

AYGIR ADASI: Tabii açıdan ilgi çekici nitelikleri adada koy ve kumsallar oldukça güzeldir. 1055 dekarlık alanı olup en yüksek noktası 1260 metredir.Kilise kalıntıları vardır.

KIZILADA: Eski yapı kalıntıları ve mağarası vardır.Adanın alanı 815 dekar civarındadır.

ÇEÇEN ADASI: Aşağıağıl, Terkenli, Hacı Osman ve Gavur Adası da denir. Adada çiftlik evleri ve birçok tarihi kalıntı mevcuttur. Alanı 595 dekardır. Uzun yıllar öncesinde Rumlar'ın bulunduğu ada İstiklal savaşında gösterdikleri yararlılıklardan dolayı Çeçenler'e verilmiştir.

GÖLKAŞI ADASI: Gölkaşı'na uzaklığı 500 metre civarında olup 565 dekarlık alanı vardır.Adada bol miktarda ağaç mevcuttur.En yüksek noktası 1138 metredir.

EŞEK ADASI: Enyüksek noktası 1139 metre alanı 140 dekardır.Seyrek de olsa ağaçlarla kaplıdır.Selçuklular dönemine ait olduğu sanılan eski yapı kalıntıları vardır. Bu yapılar Kubadabad Sarayı ile çağdaş olmalıdır.

KIZILADA: İkinci kızılada olarakta bilinir.Kurucuova yakınlarındaki ada, kasaba halkı tarafından ekilmektedir..En yiksek noktası 1142 metre ve alanı 110 dekar civarındır.

AKBURUN ADASI: Ömer Çavuş adası olarak da bilinir.Eski yapı kalıntıları ve mezar taşları vardır.Alanı 60 dekar civarında olan adanın en yüksek noktası 1128 metredir.

KİRSE ADASI: Adada kilise kalıntıları vardır.Alman araştırmacı Hirschfeld'in 1878' de ziyaret ederek izlenimlerini anlattığı kalıntılar muhtemelen bunlardır.Kirse boğazı adayı Mada Adasından ayırır.Gölün en derin olduğu bölgede 18 metre ile burasıdır. Alanı 10 dekar civarında olup üzrinde kasr kalıntıları da vardır.

KIZ KULESİ: Kubadabat sarayı'nın 3,5 km kadar kuzeydoğusunda 5 dekarlık bir adadır.En yüksek noktası1138 metredir. Kubadabad sarayının harem dairesi olarak kullanılmıştır.İlk bakışta kalın harçlı duvarlarıyla ilgi çeker.Kayalık özelliği de taşıyan ada içinde birçok eski yapı kalıntısı vardır. Bir dönem 230 kadar kuşun barındığı ada için kuş cenneti nitelendirilmesi de yapılmıştır.

HÖYÜK ADASI: Tarıma müsait olup 20 dekarlık alanı vardır.Mezar,kemik,çanak ve çömlek kalıntıları bulunmuştur.

MINDIRAS ADASI: Mağarası ve antik kalıntılarıyla dikkati çeken bir adadır.

KÜL ADASI: Alanı 10 dekar civarında olup en yüksek noktası 118 metredir.Sonradan doldurulduğu söylenen düdeni ve bu olayı anlatan efsanesiyle ünlüdür.

Bu adalara ek olarak ;Taşlı ada, Kum adası, Geyik adası, Ketlaş adası, Yılan adası, Kuşkondu adası ,Yapraklı ada, Camız adası ve Afrika adlarını da saymak mümkündür.


kaynak:  http: //www.beymem.com/modules.asp?name=Beysehir

Şehir içine gelince fotoğraflara başladık.


Yanında 1974'te yapılan yeni bir cami bulunan yalnız bir minare.

Öncelikle bankadan para çekmem gerekiyordu. Ay başı ne de olsa. Öğrendik ki Beyşehir'de Yapı Kredi Bankası yokmuş. Haydaaa? Başka bir bankadan para çektim ben de.

Bankanın karşısındaki bir büfede de kahvaltıyı yaptık. Büfeci bize bir yerden peynirli poğaça bulup getirdi. İstanbul'da yemeye alıştıklarımı bunlara değişmem. Çok büyüktüler. Tadı fena değildi ama şekil olarak farklıydı. Burada galiba beş çay içmişimdir.  Komik

Tekrar motorlara atladık. Eşrefoğlu Camii'ni görmek amacımız. Yolda regülatör yanından boş geçmedik, fotoğrafladık.

Almanlar tarafından gölden kanala verilen suyun akışını düzenlemek amacıyla yapılmış olan bu regülatör, 1908-1914 tarihleri arasında Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa tarafından Anadolu Osmanlı Demiryolu ortaklığına yaptırılmış.



Yolumuza devam ettik. Tarihi eserler çarptı gözümüze.

Beyşehir kalesinin kapısı. Kaleden geri pek bir şey kalmamış.



Kapıdan sonra camiye doğru gidiyoruz. (Gerçi bu resmi o anda çekmemiştim.)





Eşrefoğlu cami, 1296-1299 tarihlerinde Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman bey tarafından Emir İsa isimli mimara yaptırılmış.

Önüne park edip fotoğraflamaya başladık.





Kapı:



Yakından... Sağ altaki taş çok daha eski bir eserin parçası sanki.

Az önceki fotoğrafta görülen kadınlar turistler için çorap örüp satıyorlar.









Caminin ortasında bulunan ve kar toplanılan çukur.



Sütun. Tavandaki kare seklindeki alanlardaki desenler camideki her bir halının deseni ile işlenmiş.





Camiden sonra bir Hitit anıtı olan Eflatun Pınar'ı görmek için yola çıktık. Fakat sonra mesafenin fazlalığı ve programın doluluğundan dolayı geri döndük.



Artık Beyşehir'de yapacak teki bir iş kaldı. Sonra kampa geri dönecek ve toplanacaktık. O da Beyşehir'in tepeden resmini çekmek...





Kampa gittik ve eşyaları topladık sonra da Beyşehir'i arkamızda bırakarak yola çıktık. Karşımızda 2998 metrelik Anamas Dağı. Karlara dikkatinizi çekerim. Tarihin de 1 Haziran olduğunu yineleyeyim.

Eskiden göl, yol kıyısına bundan çok daha yakındı.



İstikametimiz Üzümlü. Benim kişisel sebeplerim var ama Harun'la ikimizin silah merakı da biraz bahane oldu.

Üzümlü'de üç yıl kadar kalmıştım. İlk iş olarak okul arkadaşımın evinin sokağına gittim ve sokaktaki çocuklara sordum. Zaten bir tanesi de arkadaşımın oğlu imiş. Evleri değişmiş ama yenisi de çok yakındaki bir apartman.

Arkadaşım ile zamanında ailece görüşürdük. Babası Üzümlü Tüfek Kooperatifinde çalışıyordu. Şimdi işler ilerlemiş. Yurt dışındaki çok önemli bir markanın üretimini yapmaktalar. Üstelik üretim adetleri de etkileyici. Kendilerinden öğrenene kadar fabrika konusunda hiç bir fikrim yoktu.

Bizi tabii bırakmadılar. Yemek dahi çıkardılar. Yemeği yer sofrasında yedik. Harun ne kadar buna ne kadar aşina bilmiyorum ama benim için doğal bir durum. Direkman bağdaş kurup oturdum. Dizliklere alışmışım zaten. Bahsi geçince farkettim.



Resimde soldaki benim. Önümdeki tabak kuzugöbeği mantarı yemeği.



O esnada ben yine fotoğraf çekme fikrinden dolayı geriliyorum. Ama özellikle bu seferkini iyi ki yaptık.

Kuzugöbeği çok değerli bir mantar. Yurt dışında yüksek fiyatlarla alıcı buluyor. Kasabanın sırtını yasladığı tepede zamanında topladığımızı ve tuzlayıp soba üsütünde pişirip yediğimizi hatırlarım. Kaloriferi biraz a o yüzden sevmem.





Yemekten sonra silah fabrikasını gezmeye gittik.













Arkadaşım üretimin her aşamasını gösterdi. Dipçiğe lazer ile uygulanan işlemeler



Fabrikanın dışında ayrı bir süpriz vardı. Keklik ve sülün... Öndeki keklilk





O kadar silah resminden sonra şunu da söylemeliyim ki, artık en ufağına biile kıyamıyorum canlıların.

Alıntı
Keklik Dağlarda Çağılar
Fahri Kayahan

Keklik Dağlarda Çağılar
Yavrum Diye Diye Ağlar
Günden Güne Yese Dağlar
Görenlerin Bağrı Yanar

Ağlarım Ben Kekliğime
Seherde Öten Diline
İpeklenmiş Tüylerine
Yanaktaki Benlerine
Ağlarım Ben Kekliğime

Keklik Bizden Uzaklaştı
Yolumuz Sarpa Dolaştı
Hünkar Kalasını Aştı
Belki Yavrusuna Kavuştu

Ağlarım Ben Kekliğime
Seherde Öten Diline
İpeklenmiş Tüylerine
Yanaktaki Benlerine
Ağlarım Ben Kekliğime

Keklik Küsme Barışalım
Yuvamıza Kavuşalım
Senden Ötmek Benden Gitmek
Yolumuzda Ağlaşalım

Ağlarım Ben Kekliğime
Seherde Öten Diline
İpeklenmiş Tüylerine
Yanaktaki Benlerine
Ağlarım Ben Kekliğime

Üzümlü'den Eğirdir'e gitmek için ayrılmıştık. Yolumuz Beyşehir Gölü'nün batısından geçecekti.

Üzümlü'den ayrıldıktan sonra ilk köy olan Üstünler'i de geçererek Beyşehir-Akseki yolu kavşağına varmıştık. Harun'un suyu yoktu. Hehehe, çocukluğumdan hatırlarım, tam da kavşaktan sonra bir çeşme vardır orada... Haliyle çeşmede durup suyu bedavaya getirdik. Orhan Veli'nin dediği gibi; hava bedava, su bedava...

Biraz sonra yolumuz sola ayrıldı. Daha sonra da Yeşildağ'a ulaştık. Yeşildağ içinde biraz da haritadaki detaylardan bihaber olmaktan dolayı Kurucuova tabelasının bizim gitmemiz gereken istikameti gösterdiğini algılamadık. Arada, yoldan şüpheye düştüğümüz bir noktada Harun'un yola bakmasını beklerken bu evi farkettim. Gelince Harun bu fotoğrafı çekti:





Bir süre sonra artık göl yine karışmıza, üstelik daha güzel bir manzara ile çıkmıştı.

Kıyı, göl sularının mavi ile turkuaz arasında yer yer değişen rengi ve de adalar, manzaranın güzelliği uğruna birbirleri ile yarışıyorlardı.







Üstelik bu manzarayı çok yukarılardan izleyen karlı bir dağ vardı.





Aslında bu dağ üzerinde Karagöl adında bir de göl varmış. Raporu yazmak için bilgi toplarken farkettim. Merak etmedim dersem yalan olur.


Karagöl

Yenişarbademli'den sonraki düzlükte ilerlerken gözümüze Kubad Abad sarayının tabelası çarptı. Gölyaka köyüne doğru gitmek ama köyden önceki köprüden de önce sola sapıp toprak yola girmek gerekiyormuş. Biz bunu köye girip ahaliye sorup zor yoldan öğrendik.

Haybeye köy içine kadar girdikten sonra Harun motoru bu toprak yola hızla sürdü. "Hüyop, yavaş" falan diyecek bir durum olmadığından ben de daldım arkasından. yol toprak ve çakıl modunda giderken ilerilerde yumruk kadar kayalara kadar azıttı. Yol ne kadar bozuksa o kadar gazı arttırdım ben de.

Bana çok zor gelmişti bu yol. Bir kaç gün önce İlkay'ın gezi raporunu okurken bu saraya geldiklerini görünce "Hadi İlkay KTM ile lay lay geçmiştir bu yoldan. Peki Pan'lar nasıl geçti?" demekten alamadım kendimi.

Fotografta yolun sonu görülüyor. Benim kasıldığım kısım ise bundan yüz metre öncesi falandı. Herhalde gidon biraz daha geniş olsa daha az mücadele etmem gerekecekti. Tabiii, bir de motor enduro olsaydı, falan, filan, bahane, bahane... Yalnız geziden sonra arka lastikte gördüğüm izler fazla da bahane uydurmadığıma delalet ediyordu.



O kadar kasıp geldik, bu tabelayı gördük. Ben şahsen çok bozuldum. İnsan Selçuklu'nun yazlık sarayının en az diğer tarihi eserler kadar ilgi görmesini bekliyor. Sivil mimarimizin örnekleri de korunsun isterük.



Tabi ben rapor için kastım, araştırdım. Bu kazı alanında bulunan çiniler Konya'da Karatay Müzesi'ndeymiş.




Sağolsun Dick Osseman bu fotografları çekmiş. ( Bkz. http://archnet.org/library/images/thumbnails.tcl?location_id=10037 )

Bu insan resmi de içeren çinileri de gördükten sonra bir de Beylikler döneminin kültürel zenginliğini de düşününce "Osmanlı acaba bizi Selçuklu'nun gerisine mi taşıdı?" demeden edemedim.

Yolun geri kalanında da fotoğraf çekmeye doyamadık. Zaten benim doymam için yedek bir memorystick lazımdı da, neyseee...





Göl kıyısındaki yolumuzu neredeyse bitirmişken gözümüze iki tepesi arasında bir köy ve yemyeşil bir yamaç olan bir ada çarptı. Fotoğraf çekmemiş de olsak ben bu adayı size göstermenin yolunu elbette buldum.



Bu ada, gölün en büyük adası olan Mada Adası. Üzerinde 45 aile yaşıyor. Bu adaya ulaşımın tek yolu ise balıkçı tekneleri. Ada, Kızıldağ Milli Parkı sınırları içerisinde koruma altında bulunduruluyormuş. Köyün halkı yörükmüş fakat bir ara yerleşip sonra buradan göç etmiş olan Kazak'lardan dolayı ada Kazak Adası olarak da anılmaktaymış.

Yolumuza devam ettik. Yine daha önce de geçmiş olduğumuz, çokça fotoğraf çektiğimiz Eğirdir gölü kıyısında idik. Bu sefer durmadık ve virajların tadını çıkardık.



Eğirdir'e saat altıdan önce vardık. Doğruca kamping'e yöneldik.



Çadırları yine olabildiğince hızlı kurup mayoları giyip suya girdik. Göl, çok sığ ve dalgasız bir sahil sunuyordu bize. Ama tabii ki biraz soğuktu. Erken gelmiştik ne de olsa...

Daha sonra yakınlarda bir mekan bulup akşam yemeğimizi yedik. Şunu da belirtmeliyim ki neredeyse her yemek fotoğrafını ana yemekten bir iki lokma aldıktan sonra bir şey unuttuğumuzu hatırlayarak çektik. Demek ki aç ayı oynamıyormuş. Masadakiler Burdur kebabı ve içli köfte.



Bu da şekerli pide. Ben tadını çok sevdim. Harun'a biraz fazla geldiğinden onun payını da mideme indirdim.  Komik



Geri dönüp tam çadırlarımızın karşısına oturduk. Elimize biralarımızı aldık. Hem muhabbet ettik, hem de fotoğraf çektik.



[Önceki] | [Sonraki]